PR

28 Ekim 2014 Salı

Halkla İlişkiler Çalışmalarının Dünü, Bugünü ve Geleceğine İlişkin Bir Değerlendirme

Halkla ilişkiler, çoğulculuk anlayışının gelişmiş olduğu demokratik toplumlarda örgütlerin gereksinim duydukları toplumsal desteği, güveni, rızayı elde etmek için gösterdikleri planlı ve sistemli iletişim çabalarıdır. Günümüzdeki anlamda halkla ilişkiler çalışmalarının tarihsel arka planı çok eski değildir. Bununla birlikte, halkla ilişkilere özgü bir nüveyi çok eski çağlardan bu yana süre gelen örgüt-çevre ilişkilerinin, iktidar mücadelelerinin içerisinde görebilmek mümkündür. Kurumlar, kuruluşlar, yönetme erkini elinde bulunduranlar etkili olabilmek, yasal meşruiyetin yanı sıra toplumsal meşruiyet de elde edebilmek adına her zaman için çevrelerinin desteğine gereksinim duymuşlardır. Bu desteğin elde ediliş yöntemi ise dönemin siyasal, ekonomik, teknolojik koşularına bağlı olarak değişmiş; basit propaganda tekniklerinden halkla ilişkilere doğru evrilmiştir. Halkla ilişkiler, toplumsal değişimin izlenmesi, toplumsal taleplerin belirlenmesi, örgütlerin kendilerini ifade edebilmesi gibi açılardan günümüzde önemli işlevlere sahiptir. Ancak, yakın bir gelecekte bu işlevini, önemini yitireceğine ilişkin önemli göstergeler vardır. İnsanlar hızlı bir şekilde çevrelerinde olup bitenlere karşı ilgilerini, kendi yaşamlarını ilgilendiren kararlara katılma iradelerini kaybetmektedirler. 
 
Uygarlık tarihinin belli bir döneminde insanların yerleşik düzene geçip bir 
arada yaşamaya, ilişki kurmaya, örgütlenmeye, ticaret yapmaya başlamalarına koşut 
olarak, yönlendirme, ikna etme, tutum ve davranış değişimi meydana getirme, onay 
yaratma, rıza elde etme gibi çabaların da ortaya çıktığı görülmektedir. Tarihsel süreç 
içerisinde bu çabaların, baskı ve şiddetten katı propaganda uygulamalarına, daha 
sonra ise halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen çalışmalara doğru evrildiği 
anlaşılmaktadır. 
 
Toplumların sosyal, ekonomik, siyasal açılardan değişmesi, demokratik 
kazanımların artması, baskı grupları, sivil toplum örgütleri gibi her türlü tahakküme 
karşı direnç oluşturabilecek dinamiklerin ortaya çıkması; kitlelerin yönlendirilmesi, 
tutum ve davranışlarının değiştirilmesi, sevk ve idare edilmesine ilişkin 
yöntemlerinin de değiĢtirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Farklı bir ifadeyle, daha 
önceki dönemlerde zihinlere çekiç ile çakılmaya çalışılan düşünce, anlayış veya 
ideolojiler günümüzde çok ince uçlu kalemlerle hat sanatçılarına özgü bir maharetle 
“zarifçe” işlenir olmuştur. 
 
Hangi yöntem, teknik veya araçla olursa olsun, belli konularda kamuoyu 
oluşturmaya, kamuoyunu şekillendirmeye veya onun desteğini elde etmeye yönelik 
tüm çabaların içerisinde manipülatif bir yönün mutlak bir şekilde bulunduğunu 
söylemek mümkündür. Bu bağlamda, ajitasyon, propaganda, halkla ilişkiler gibi 
yöntemler arasındaki farklılık ise manipülasyonunun derecesinden, amacından, 
örgütsel çıkarın yanı sıra gözetilen toplumsal faydadan kaynaklanmaktadır. Konu ile 
ilgili yapılan akademik çalışmalarda uzun zamandır bu farkın altı çizilmekte ve 
halkla iliĢkiler propagandadan daha farklı bir yere oturtulmaya çalışılmaktadır. 
Diğer yandan, her fırsatta propagandanın ne kadar kutuplaştırıcı, radikalleştirici ve 
kışkırtıcı bir etkiye sahip olduğu, etik kaygılardan ne kadar uzak olduğu buna 
karşılık halkla ilişkilerin birleştirici, dengeleyici ve uyumlaştırıcı yönü 
vurgulanmaktadır. 
 
Siyasal, sosyal, ekonomik, teknolojik gelişmelere bağlı olarak üretim, 
tüketim, iktidar ilişkileri değişmiş, belli bir iktidar alanını işgal edenler, yönetme 
erkini elinde bulunduranlar, toplumsal gereksinimleri karşılamak için oluşturulmuş
toplumsal sistemler daha dünyevi, daha rasyonel meşruiyet dayanakları bulmak, 
duyurmak ve kabul ettirmek zorunda kalmışlardır. Halkla ilişkiler, bu zorunluluğun 
var ettiği bir olgu olarak kabul edilmektedir. Çünkü halka ilişkiler çalışmaları sayesinde gereksinim duyulan onayın, rızanın, güvenin, daha kapsayıcı bir ifade ile toplumsal meşruiyetin sağlanması ve sürdürülmesi mümkün olabilmektedir. Yukarıdaki tespitlerden hareket edilerek tasarlanan bu çalışmada; halkla ilişkiler olgusunun ortaya çıkışında, gelişiminde rol oynayan temel dinamiklerin 
neler olduğu, günümüzdeki örgütler açısından halkla iliĢkilerin ne ifade ettiği, yakın gelecekte ne ifade edeceği, halkla ilişkiler kapsamındaki çalışmalarının boyut, hacim ve nitelik olarak nerelere varabileceği ayrıntılı bir şekilde ele alınıp tartışılacaktır. 
 
Hangi amaçla oluşturulmuş olursa olsun her türlü örgütlenme içinde yer aldığı toplumsal çevrenin desteğine, ilgisine, teveccühüne gereksinim duyar ve bu gereksinimi karşılamaya yönelik çaba gösterir. Bu çaba çerçevesinde, benimsenen anlayışlar, geliştirilen yöntemler tarihsel süreç içerisinde farklılıklar göstermiş, dönemin siyasal, ekonomik, teknolojik koşullarına bağlı olarak değişmiş, biçimlenmiştir. Basit propaganda teknikleriyle kolaylıkla yönlendirilebilen kitlelerin 
zaman içerisinde beklentileri, çevreleriyle olan iliĢkileri, hassasiyetleri değişmiş, kendilerine yöneltilen mesajlara daha eleştirel bakmaya, bir araya gelerek kendi yaşamlarını etkileyen konuları daha fazla, daha kapsamlı bir şekilde müzakere etmeye başlamışlardır. Buna bağlı olarak, saygınlık, güven, destek elde etmek isteyen kurum ve kuruluşlar, varlıklarını meşru temellere oturtmaya çalışan siyasal oluşumlar, var olabilmek için her şeyin olağan kabul edildiği bir ortamda rekabet etmeye çalışan firmalar halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen günün koşullarına uygun, geçerliliği olan politika ve planlar üretmek, çalışmalar yapmak durumunda kalmışlardır. 
 
Toplumların gelişme, modernleşme, demokratikleşme çizgisi düz bir çizgi değildir ve incelendiğinde çok fazla kırılmaların yaĢandığı görülmektedir. Dolayısıyla, halkla ilişkiler çalışmalarıyla ilgili gelişmelerin aynı hızla, aynı doğrultuda, kırılmaksızın, olumlu bir şekilde süreceğini söyleme olanağı yoktur. Çünkü halkla ilişkiler çalışmaları, demokratikleşme, demokratik hakların kullanımı, yönetsel süreçlere etki edebilme gibi faktörlerden ve bunları sağlayan bilgi ve iletişim teknolojilerinden fazlasıyla etkilenmektedir. Bu bağlamda, insanların sayısız kaynaktan gönderilen mesaj kırıntılarının oluşturduğu bir nehirde sürüklendiği ve bu nehir içerisinde kafasını kaldırıp etrafta neler olup bittiğini anlama merakını ve kendisini ilgilendiren kararlara katılma iradesini kaybetmeye başladığı göz önünde bulundurulduğunda, halkla ilişkilerin geleceği ile ilgili olumlu şeyler söyleyebilme olanağı kalmamaktadır. 
 
Doç. Dr. Ayhan BİBER
 

24 Ekim 2014 Cuma

Halkla İlişkilerin Gücünü, İş Dünyasına Nasıl Anlatsak!

Bugün,  iş dünyası, devlet yönetimi, medya ve STK’ların en yüksek konumları kazanmasında halkla ilişkiler sektörünün  çok etkili olduğunu görüyoruz. Mesleğimizin çapı ve önemi ülkemizde çok övünülecek boyutta değil. Dünyada listenin başını çeken ilk on halkla ilişkiler ajansının, yıllık geliri iki-üç milyar doları aşarken, ülkemizde 50 milyon dolarlarda olması çok üzücü.
Ancak, yakaladığımız firsatı da yaptığımız işin sınırlarını genişletmek için kullanmalıyız. Halkla ilişkilerin gelişen yapısı, bizleri yenilikçi ve stratejik iletişime ağırlık vermeye yönlendiriyor. Birçok çalışmada strateji ve yaratıcılığı halkla ilişkiler sağlıyor. Hatta bazen pazarlama disiplinlerinden destek görerek bunu gerçekleştiriyor.Bütün bunlara rağmen bizim işimize ayrılan bütçe, herhangi bir markanın pazarlamaya ayırdığı toplam bütçenin yüzde tekli rakamlarındadır ancak.
Bu açıdan bakıldığında, biz iş dünyasına halkla ilişkilerin gücünü öğretmek konusunda zorlanıyoruz ve geç kalıyoruz. Diğer yan sektörlerimiz ile rekabet içinde değil, pastayı büyütebilmek için kolkola yürüyerek ilerlemeliyiz, rekabeti birbirimize karşı değil, pastadan daha büyük bir pay alabilmek için sürdürmeliyiz.
Büyük bir değişime uğramış ve demokratikleşen bir iletişim alanında çalışıyoruz. Iş dünyasına bu yoğun rekabet ortamı içinde rehberlik yapabilmek için gerekli donanıma sahip bir meslek halkla ilişkiler. İş dünyasını, yeni iletişim yöntemleri konusunda eğitmek ve günümüz pazarlama uygulamalarının talep ettiği yaygınlık, esneklik ve erişimi sadece halkla ilişkilerin sağlayabileceğini göstermek, biz halkla ilişkiler danışmanlarının sorumluluğu.
Tüm sosyal paydaşları kapsayan ilişkileri sadece halkla ilişkiler kurabilir
İş dünyasının geleceği satışta değil, ilişki kurma ve kurulan ilişkileri sürdürmede yatıyor. Artık güvenilirlik başka araçlarla kazanılıyor. Etkin iletişim için kuruluşlar hedef kitlelerine kişiselleştirilmiş yollarla erişmek durumunda kalıyorlar.
Günümüzde marka algılama ve kurumsal itibar, aralarında tüketici, çalışanlar ve yatırımcılar kadar, ticari ortak, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve medyanın da yer aldığı ilgili, yetkili ve yaygın bir çıkar grubu tarafından biçimlendiriliyor. Bu gruplar fikir alışverişinin sürekli yapıldığı ve yeniden mercek altına yatırıldığı “çapraz etkileşim alanı ” olarak adlandırdığımız bir ortamda iş görüyorlar.
Tüm iletişim dalları içinde halkla ilişkiler, bu gruplarla birlikte ve gruplar arasında tümüyle güvenilir ilişkiler geliştirecek ve bunları sürdürebilecek tek meslek dalıdır. Halkla ilişkiler bu dünyanın merkezinde bulunuyor ve  bütünleşik iletişim karmasını yönlendirebilecek olanak, çeviklik ve hıza sahip.
İletişimde yükselişin en belirgin hissedildiği ortam internet. Güvenilir bir bilgi kaynağı olarak dünyada yükselişe geçen internet, medya kaynağı olarak televizyon ve gazeteden sonra üçüncü sıraya oturdu. İnternet ağının yaygınlaşması ve internetin kazandığı güven internet günlüklerine ve diğer online platformlara da yansıdı.
Üçüncü şahıslar ve çalışanlar, güvenirlilik açısından çok önemli. Halkla ilişkiler, şirketlerle bu gruplar arasında köprü kurarak karşılıklı güveni sağlayabilir.
Hedef kitleler iş yaptıkları şirketlerle etkileşim içinde olmak istiyorlar. Bu anlamlı diyaloğu sadece halkla ilişkiler kurabilir.
Sosyal paydaşlar, tüketiciler, insan kaynakları ve yatırımcılar ve STK’lara kadar ilgili tüm kişiler artık pasif bilgi alıcıları olmak istemiyorlar. İletişim dizginleri onların eline geçti ve onları ilgilendirmeyen veya güven vermeyen kaynakları devreden çıkartıyorlar. Bilgiyi, kendi diledikleri zaman ve biçimde almak istiyorlar. Bu kitleler, gerçek yaşamın içinde olmak, üretime katılmak, şirketlere ürünlerinin tasarımından, pazarlama evrelerine kadar yardımcı olmak suretiyle seslerini duyurmak ve konuya dahil edilmek istiyorlar.
Halkla ilişkilerin esnek yapısı sayesinde, pazara yönelik mesajları gereksinime göre biçimlendirerek şirketlerin sosyal paydaşları ile aralarındaki diyaloğu, her pazarın kendi niteliklerine göre sürdürmeleri sağlanabilir.
Halkla ilişkiler, iletişimde lider konumuna geçmesi gereğini sonuçlarıyla kanıtlıyor. İş dünyasını bu konuda daha iyi eğitebilmemiz ve halkla ilişkilerin iletişim alanında lider olması için, daha çok çaba göstermemiz gerekiyor.
Bizim iletişim karmasına aslında liderlik etmemiz gerektiğini inançla savunmalıyız. Müşteri ve meslektaşlarımızla aramızdaki her etkileşimde, kendimizi uygulayıcı olduğumuz kadar üst düzey danışmanlar olarak da tanımlamak, yine bizim görevimiz. Yani yönetim kurulu üyeliğine kadar ulaşan bir mesleğin uygulayıcıları olduğumuzu anlatabilmeliyiz.
Halkla ilişkilerin dümene geçirilmesi
Halkla ilişkilerin, sadece bütünleşik programlara, medya ilişkileri konusunda destek sağlayan bir dal konumuna düşmesini engellemek, bir gereklilik. Halkla ilişkiler, bu bütünün ayrılmaz bir parçası olduğu için, diğer yönetim işlevlerinden ayrı tutulamaz.
Müşteri ve meslektaşlarımızla aramızdaki her etkileşimde, kendimizi uygulayıcı olduğumuz kadar üst düzey danışmanlar olarak da tanımlamak, bizim görevimiz. Kendimizi daha büyük bütçelerin verildiği, en yüksek konumda tutmalıyız. Çok fazla sosyal paydaşın bulunduğu bu ortamda, halkla ilişkilerin müşteri-hedef kitle ilişkilerini güvenilir ve etkileşimli biçimde yürütebileceğine yürekten inanıyorum. Artık yapmamız gereken tek şey, iş dünyasını bu konuda eğitmektir.

Kaynak :
Fügen Toksun

17 Ekim 2014 Cuma

Digital PR En Hızlı ve En Ucuz Mecra

Nüfusunun üçte ikisine yakın kısmının internet, cep telefonu ve sosyal medya kullanıcısı olan ülkemizde her markanın dijital PR planına ihtiyacı var. İnternet kullanımı ve sosyal medyanın gelişmesi sonucu şirketlerin ve markaların internet üzerinden verdiği reklamlar artarken, markanın sürekli gündemde olması için yapılan Digital PR planlamaları da yayılıyor. Digital PR çalışmalarına fazla ilgi göstermeyen Türk şirketlerin planlamayı düzgün bir şekilde yapmadığı konusunda da  pek çok sektörün kaanat önderleri, reklamcılar ve halkla ilişkiler uzmanları hem fikir.
İnternet erişiminin ve kullanım sıklığınında artışına paralel, internette yer alan içerikler ve eWOM (online ağızdan ağıza pazarlama) tüketiciler için çok büyük önem kazandı. Herhangi bir ürünü veya hizmeti satın alma sürecinde Türkiye’deki insanların 45%‟i online search sonuçlarından,  42‟si o ürün ve o ürünü veya hizmeti satan şirketle ilgili online haberlerden etkleniyor.
Yine tüketicilerin 90%‟ı bir ürünü satın almadan önce arama motorlarından sorgulayarak karar veriyor.
Arama motorlarında “referanslı içeriklerle” çıkabilmenin yolu ise prestijli sitelerde yayınlanan haberlerle mükmün oluyor. Gazete-Dergi-Radyo-TV mecrasından farklı olarak internette yayınlanan bir haber ortalama 4-5 yıl internet ortamında kalıyor. Ve bu haberler şirketlerle ve ürünlerle ilgili arama motorlarından sorgulama yapıldığında potansiyel müşterinin veya iş ortağının karşısına çıkıyor.
Şu bilgileri de sizinle paylaşmak isteriz: Türkiye’de düzenli internet kullanan 31 milyon kişinin %72’si internete girdiğinde haber ve metin içerikli yazılar okuyor. İnternet medyasında ulusal ve yerel bazda yayın yapan 750 civarında haber sitesi var. Bu sitelerden 50 tanesi günde 100 bin’den fazla kişi tarafından ziyaret ediliyor.
Sitemizde yer alan  Digital PR menüsünü incelerseniz Digital PR hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilirsiniz.

10 Ekim 2014 Cuma

Halkla İlişkiler, Mesajımızı En Etkili Kanalla İleten Bir Çalışmadır

Benim halkla ilişkiler tarifimde; temelinde Ariston’dan bu yanayı alıyoruz, diyoruz ki, bir iletişim modeli var, bir kaynağı var, bir hedefi var, arada mesaj gidiyor geliyor. Bu model aslında çeşitli değişikliklere uğradı, gelişti ama temel olarak aynı. Söyleyeceğiniz bir lafınız varsa, ama yoksa söylemeyin, bu lafı karşınızdaki halkla, yani “public”in tercümesi diye halkla ilişkiler diyorlar ben halk kelimesini bir türlü buraya oturtamıyorum, hep de bunun kavgasını yapmışızdır, kamuoyudur, hedef kitledir vesaire. Karşıdaki hedefe en etkili kanalları seçip sözümüzü gönderecek bir çalışmadır, sonra da oraya kulak vererek onlardan gelen reaksiyonları da ölçtükten sonra geliştiren bir çalışmadır. O da işte bizim besleyici tepki “feedback” dediğimiz çalışma.
Bunu başarılı yaparsak, aradaki parazitleri kesersek, aslında bu halkla ilişkiler tanımı dersek, iletişim tanımını yapmış olurum. Belki de yavaş yavaş hepinizin ve genç arkadaşların yaptığı gibi, halkla ilişkiler deyimi yerine iletişim deyimini yerleştirmek lazım, daha anlamlı ama çok daha geniş kapsamlı. Onun da zorluğu burada. Çünkü teknolojide de iletişim var, tıpta da var, hukukta da var, her yerde var. Onu bizim yaptığımız iletişimden nasıl ayıracağız? Bence şöyle ayıracağız; onlar da iletişim yapacaklarsa yine bize ihtiyaçları var, yani biz iletişimciler kanalıyla yapacaklardır. Bir elektrik mühendisi bu işi yapmayacaktır, bir iç hastalıkları uzmanı bu işi yapmayacaktır. Dolayısıyla hem iletişimcilerden bir şey öğrenecekler hem de iletişimcileri görevlendirip, mesajlarının hedef kitleye ulaştırılmasını sağlayacaklardır diye düşünüyorum.
Prof. Dr. Alaeddin Asna;

3 Ekim 2014 Cuma

Halkla İlişkilerin Kurumsal İletişime Yolculuğu

Halkla ilişkiler bir meslek olalı bir yüzyılı devirdi. 1900’lerin başında ABD’de basın ile şirketler arasında bilgi alışverişine dayalı iletişim ve ilişki yönetimi ile yeşeren bu iletişim disiplini, zaman içinde çok geniş alanlara yayıldı. Yatırımcı ilişkilerinden, kurum içi iletişim ortamlarının oluşturulmasına kadar geniş bir alanda etkili oldu. Şirket organizasyonlarındaki bu yapılanmaya paralel halkla ilişkiler hizmeti veren bağımsız şirketlerin de özellikle 1950’ler sonrasında pıtrak gibi çoğaldığını görüyoruz.
 
1986 yılında yayımladığım Halkla İlişkilerin Temel İlkeleri başlıklı kitabımda bu mesleğin o günlerde 240’dan fazla tanımı olduğuna değinmiştim. Her biri kendi içinde doğru olan bu tanımlar ne yazık ki mesleğin kendi kimliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına yardım etmiyordu. Hatta, mesleğin “babası” olarak tanımlanan Edward Bernays 105 yaşına geldiğinde hala bu mesleği kimlerin yapabileceği ile ilgili bir dizi düzenlemenin peşinde idi.
 
Aslında, halkla ilişkiler mesleğinin bazı şeylere yettiği, bazılarına ise yetmediğine yönelik ilk işaret 1980’lerin başında geldi. Yatırımcı ilişkileri, sermayesi tabana yayılmış ülkelerde yoğun bir halkla ilişkiler faaliyeti gerektiriyordu. Ancak, klasik anlamdaki halkla ilişkiler anlayışı ile yürütülmeye çalışılan yatırımcı ilişkilerinde istenen performans sağlanamıyordu. Sektörün doğası gereği tanımlanmış bir sürü kural ve uyulması zorunlu ilkeler vardı.  Sonuçta, yatırımcı ilişkilerine yönelik iletişim faaliyetleri içinde bulunan halkla ilişkiler mesleği mensupları, kendi kural ve düzenlemeleri içinde ayrı bir meslek mensubu olarak tanınmayı tercih ettiler. İngiltere’de başlayan bu oluşum zaman içinde diğer gelişmiş ülkelere de sıçradı.
 
1990’larla birlikte başka kıpırdanmalar oluşmaya başladı. Kurumsal itibar yönetimi, algılama yönetimi, kriz iletişimi gibi konular halkla ilişkilerin kabına sığamaz hale geldi. Bu kavramların günümüzde de hala hangi şemsiye altında olması gerektiği tartışılmaktadır. Ancak herkesin bir ucundan tutmakta ısrarcı olduğu bu konuların kısa bir süre sonra yeni bir kimlikle karşımıza çıkacağını çok net görebilmekteyiz. Kurum içi iletişimle ilgili alanlarda da farklı bir hareket var! Bir çok şirket bu işlevi insan kaynakları üzerinden yürütmekte. Ancak görünen köy kılavuz istemez; kurum içi iletişimin dinamikleri yakın bir gelecekte bu işin de apayrı bir meslek olacağının işaretleri veriyor.
 
1990’larla birlikte “kurumsal iletişimi” duyar olduk. Biri “ilişkiler” diğeri “iletişim” üzerine kurgulu bu kavramlar iyi irdelendiğinde, başlıkları ile çelişkili yansımaların günlük yaşama düştüğünü görmekteyiz.
 
Örneğin; bir çok üst düzey yöneticinin “halkla ilişkiler” den ümidini kesmesinin nedeni; mesleğin adındaki “ilişkileri” unutup, “iletişim” ve özellikle de medya ilişkileri üzerine odaklanması. Kurumsal iletişimin ise bu kadar ilgi görüyor olması ise başlığındaki “iletişimden” çok “ilişkilerin” yönetilmesi ile ilgili alanlara yoğunlaşması!
 
Günümüzde, halkla ilişkiler ürün ve hizmetlerle ilgili başta medya olmak üzere, doğrudan tüketici ilgisi odaklı bir işlevin sınırları içine çekilmiş durumda. Kurumsal iletişimin açılımına baktığımızda ise; tamamen ürün ve hizmetlerin teknik özelliklerinden bağımsız kurumsal performansı doğrudan etkileyen alanlara hizmet verdiğini görüyoruz. Bu hizmeti verirken de “stakeholder” (sosyal paydaş) yaklaşımı dediğimiz ölçümlenebilir ilişki yönetimi anlayışını şirket performansına yansıtıyor.
 
Özellikle, sürdürülebilir insani gelişim ve kalkınma kavramlarının yeşermesi ile şirketlerin bu alanlardaki performansını, başta çalışanları olmak üzere toplumun farklı kesimlerine yansıtma ihtiyacı kurumsal iletişimin görev alanının kendiliğinden ortaya çıkmasına neden oldu. CEO’lar için, özellikle yatırımcılar, çalışanlar ve toplumda karar vericiler olarak adlandırılan kesimlerde “itibarın” yönetilmesi ile ilgili öne çıkan stratejik öncelik, bu alanlarda özel iletişim yönetimi yapılması gerekliliğini ortaya çıkardı.
 
Günümüzde kurumsal iletişim, pazarlama  ve satışa yönelik iletişim kanallarının ihtiyacı olan iletişim alanlarının dışındaki tüm alanların, stratejik açılımlarla yönetildiği bir disiplin haline dönüşmüştür. Halkla ilişkiler ise şirketlerin özellikle medya ile olan ilişkilerinin yönetilmesi olan bir alanda performans göstermektedir.
 
Kurumsal iletişimin yoğun olarak ilgilendiği alanlar şirket itibarını doğrudan etkileyen konulardır. İtibarın yönetilmesindeki yüzde 50 oranındaki sorumluluğun da CEO’ların omuzlarında olduğunu biliyoruz. Bu durumda, ‘kurumsal iletişimin sahibi kim?’ sorusu biraz kafa karıştırabilir. Veya, ‘şirketlerdeki kurumsal iletişim yöneticileri bu işin sahibi değil midir?’ şeklinde de sorulabilir.
 
Şöyle açıklık getirmekte yarar var; şirketlerin toplumun hangi kesimleri ile ilişki yönetimi yapması gerektiği ile ilgili öncelikleri CEO’lar belirler. Şirketin vizyonu ve değerleri ile ilgili genel kurguyu da CEO’lar yapar. Durum böyle olunca, kurumsal iletişimi yöneten iletişimciler CEO adına bu çalışmaları koordine eden kişiler durumundadırlar. Sonuçta, etkili kurumsal iletişim performansının şirketin pazar değerini doğrudan etkilediğini araştırmalar ortaya koymaktadır. Bir CEO için, yönetim koltuğunda oturduğu şirketin pazar değerini artırmaktan daha önemli bir şey olabilir mi?

Kaynakca: Salim Kadıbeşegil